Geleneksel Türk Okçuluğu

GELENEKSEL TÜRK OKÇULUĞU

Asya’da ok ve yayla ilgili en eski buluntular Kuzey Doğu’da ve Sibirya’da ele geçmiştir. Avrupa ve Kuzey Afrika’da tek parça ağaçtan yapılmış yaylar bulunurken Asya yaylarında kompozit bir yapı ile karşılaşılmaktadır. Ağaç yayın iskeletini oluştururken, kolların iç ve dış yüzleri boynuz ve sinir gibi organik maddelerle kaplanmaktadır. Böylelikle yayların, dolayısıyla okların boyları kısabilmekte, daha uzağa atış sağlandığı gibi, at sırtında da daha rahatlıkla kullanılabilmektedir. Ayrıca, yayın gücü ve esnekliği, boynuzla sinir oranını değiştirerek istenildiği gibi ayarlanabilmekteydi. Bu üstünlükler ok ve yayın Asya kavimlerinin yüzyıllar boyunca ellerinden düşürmedikleri bir silah olarak kalmasını sağlamıştır.

 

Türklerde ok ve yayın hikayesi çok eski zamanlara uzanır. Orta Asya'da ok, yay ve kılıç en önemli av ve savaş silahları idi. Kılıç yakın mesafelerde etkili bir silahken, ok ve yay yüzyıllarca "uzun menzilli" bir silah olarak kullanılmıştır. Hunlardan ve Göktürklerden beri Altaylarda ve Çin-Türkistan’ının geniş bozkırlarında dağınık kümeler halinde yaşayan Türk Boyları Doğu okçuluğunun en başarılı uygulayıcısı olmuşlardır.

            Aynı zamanda ok ve yay Türklerde hakimiyet sembolü idi. Göktürklerde ok, ‘’tabi’lik’’ ve cesareti, yay ise ‘’metbu’luk’’ ve üstünlüğü gösterirdi. Kağanın, idaresindeki boylara ok göndermesi, kuvvetlerini toplayıp kendisine yardıma gelmeleri anlamını taşıyordu. Bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmiştir. Büyük Selçuklular 1040’ta Dandanakan Zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetih-namelerin başında eski Türk hakimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu.

            Türklerin İslamiyet'i kabulünden sonra ok ve yaya verilen önem dini bir anlam da kazanmıştır.14. Yüzyıldan bu yana kaleme alınan okçuluk risalelerinin pek çoğunda anılan rivayete göre: Ekinlerini yiyen kuşları öldürsün diye Tanrı, Adem’e Cebrail eliyle ok ve yay yollamıştır. Bunların ne olduklarını soran Adem’e Cebrail yayı gösterip ‘’Bu Allah’ın kuvvetidir’’, oku gösterip ‘’Bu da Allah’ın şiddetidir’’ demiş ve ona nasıl atacağını öğretmiştir. Bu inanca göre ok ve yay cennetten çıkmıştır; onları Tanrı yollamıştır; dolayısıyla kutsal nesnelerdir. Bu konuda bir de ayet vardır: ’’Attığın zaman (okunu) sen atmadın, Allah atmıştır.’’

            Türklerin, tarih boyunca gösterdikleri askeri başarılarının geri planında yatan en önemli faktör, son derece gelişmiş bir silah teknolojisine sahip olmalarıdır. Bu silahlar içerisinde gerek yapı, teknik ve kullanım özellikleri, gerekse inanç ve ruh dünyaları içerisinde kapladığı yer bakımından en çok dikkat çekeni ok ve yaydır. Öyle ki, bu silahların yapımı ve kullanılmasında gösterdikleri maharet sebebiyle Türkler ‘’okçu millet’’ olarak vasıflandırılmışlardır. Kompozit yapıya sahip olan Türk yayları ve bu yayın teknik özelliklerine uygun olarak imal edilen oklar, her devirde Türklerin en etkili silahı olmuştur.

Okçuluk, Osmanlı’da 15. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren düzenli ve planlı bir spor faaliyeti olarak yapılmaktaydı. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu döneminde, okçuluk faaliyetlerinin gerçekleştirildiği 34 büyük meydan tahsis edilmiştir. Tahsis edilen bu meydanlar ‘’ok meydanı’’ olarak anılırdı. Ok atılan veya ok talimi yapılan ok meydanına cennetten bir köşe gözüyle bakılmıştır. Kendi içinde bir kanun ve düzene sahip olan ve ‘’şeyh’’ unvanı verilen yetkililer tarafından kontrol edilen bu meydanlar, mescit kadar kutsal sayılmış, halkın cihad, yağmur ve afet duaları bu meydanlarda yapılmıştır. Yemek ve sohbet toplantılarında kıdem sırasına titizlikle uyulduğu halde, meydanda ve atışlarda meslek ve rütbenin önemsenmediği bir eşitlik ortamı bulunuyordu. Atışlara her meslek ve sosyal sınıftan insan katılabilir, zengin ve nüfuzlu kişilere ayrıcalık tanınmazdı.

Geleneksel Türk Okçuluğunda, kompozit yapıya sahip yaylar kullanılırdı. Bu yayın yapım özellikleri en basit şekliyle şu şekildedir: Ağaç ya da ahşap, yayın iskeletini teşkil eder. Yayın dış yüzüne çeşitli hayvanlardan elde edilen sinir (tendon) döşenirken, iç yüzüne ise boynuzdan (genellikle manda boynuzu) yapılan plakalar yapıştırılır. Bu yapıştırma işlemi balık tutkalıyla yapılır. Ahşap, boynuz ve sinirin arasında kalır ve böylece dört ana maddeden oluşan kompozit bir yay elde edilir. Büyük bir ustalık, uzun ve titiz bir işçilik gerektiren yay yapımında farklı ağaçlar kullanılsa da en fazla tercih edilenin akçaağaç olduğu anlaşılmaktadır. Buna ilave olarak Türk yaylarının ters (reflex) bir şekilde kurulması da yayın gücünü artıran önemli bir özelliktir.